Avusturya’da Siyasi Çıkmaz
Avusturya’da 29 Eylül’deki genel seçimlerde aşırı sağcı Özgürlük Partisinin (FPÖ) birinci olması sonrasında yeni hükümetin kurulması sürecinde tıkanıklık yaşanıyor.
Aşırı sağcıların kazandığı seçim sonrasında meclise giren partilerin FPÖ ile koalisyon istememesi üzerine Cumhurbaşkanı Alexander Van der Bellen, bu durumu “siyasi çıkmaz” olarak tanımladı.
Van der Bellen, alışılmışın dışına çıkarak hükümeti kurma yetkisini seçimde en çok oyu alan partiye vermek yerine sorumluluğu 3 büyük partiye yükledi. Partilerin kendi aralarında görüşmesini isteyen Van der Bellen’in parlamentoda çoğunluğu elde edebilecek, işbirliğine hazır tarafa yetki vereceğini söylemesi, hükümet kurma sürecinin sancılı geçeceği yorumlarına yol açtı.
Siyaset Bilimci ve Viyana Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. David Campbell, Avusturya’da aşırı sağcı FPÖ’nün zaferiyle sonuçlanan genel seçimler sonrasında meclise girmeyi başaran diğer partilerin aşırı sağcılarla işbirliği yapmak istememesi üzerine yaşanan çıkmaz ve koalisyon olasılıkları üzerine, AA muhabirine değerlendirmelerde bulundu.
Campbell, FPÖ’nün bir genel seçimi ilk defa kazanmasının, hem Avrupa’da hem de uluslararası alanda dikkat çektiğini belirterek, 6-9 Haziran’da yapılan Avrupa Parlamentosu (AP) seçimlerinde aşırı sağcıların birinci çıkarak, bu sonucu elde edeceklerinin sinyalini verdiğini, hem merkez sağ Avusturya Halk Partisinin (ÖVP) hem de AP seçimlerinde sandığa gitmeyen seçmenlerin oylarını alarak bu başarıya ulaştıklarını söyledi.
Genç seçmenlerin aşırı sağa ilgisi düşük
Düşük vasıflı işlerde çalışanlar, kırsaldaki seçmenler ve orta yaştaki bireylerin aşırı sağcı partiye daha fazla teveccüh gösterdiğine işaret eden Campbell, gençler ve emeklilerin bu partiyi daha az tercih ettiğine dikkati çekti.
David Campbell, muhalefette popülist yaklaşımlar sergileyen FPÖ’nün iktidar ortağı olduğu süreçte sorunlara kalıcı ve gerekli çözümler bulmakta yetersiz kaldığını, bu seçim başarısının ardında da muhalefet sürecinde ortaya koyduğu performansın belirleyici olduğunu aktardı.
Aşırı sağcıların seçim zaferinin ardında yatan unsurlara değinen Campbell, 2017 ve 2019’da yapılan seçimlerde öncelikli olarak merkez sağ ÖVP’nin başına geçen ve siyasi fenomen olarak değerlendirdiği Sebastian Kurz’un aşırı sağcıların kullandığı popülist söylemi merkez sağa taşımasıyla yarışın yönünün değiştiğini, bu seçimde ise hem FPÖ’nün 2019’da yaşadığı skandalların etkisinin azaldığı hem de artık Kurz gibi bir rakiplerinin olmamasının elde ettikleri başarıda öne çıkan unsurlar olduğunu dile getirdi.
Campbell, meclise giren partilerin aşırı sağcılarla hükümet kurmak istememesi, merkez sağ ÖVP’nin ise FPÖ Genel Başkanı Herbert Kickl dışında bir isimle masaya oturmak istemesi nedeniyle ortaya çıkan siyasi çıkmazı, ülkede 1999’da ÖVP-FPÖ koalisyonunda yaşanan gelişmeleri örnek göstererek açıkladı.
“Kickl, Haider’in yaptığı hatayı tekrarlamak istemiyor”
Aşırı sağcı lider Kickl’in 1999’da FPÖ’nün başında bulunan Jörg Haider’in hem metin yazarı hem de danışma heyetinde yer aldığını, o dönemde aşırı sağcı partinin merkez sağ ile yaptığı anlaşma doğrultusunda Haider’in hükümetin dışında bırakıldığını hatırlatan Campbell, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Kickl’in şu anki yaklaşımını şöyle yorumluyorum; Kickl, (Haider’in hükümet dışında bırakılmasını) aslında o zaman yapılan bir hataydı ve FPÖ bunu yapmamalıydı görüşünde. Bu nedenle Kickl, çok açık bir şekilde şu pozisyonu savunuyor. FPÖ ile bir koalisyon olacaksa, birincisi Özgürlük Partisi seçimde en çok oyu alan parti oldu. İkincisi bu partinin başındaki isim yani Herbert Kickl, başbakanlık pozisyonuna talip olma hakkına sahiptir ya da olası bir hükümette başbakan olmalıdır. Kickl, FPÖ’lü bir başbakan yani Kickl’in olmadığı olası bir FPÖ-ÖVP koalisyonu ya da FPÖ ile yapılacak herhangi bir koalisyona onay vermediğinin altını açık bir şekilde çizdi. Bu aslında onun Haider döneminde yapılan hataya verdiği bir refleks.”
Doç. Dr. Campbell, FPÖ dolayısıyla Kickl’in seçim öncesi pozisyonundan geri adım atmaması ve diğer partilerin de yaklaşımlarını değiştirmemesi nedeniyle Cumhurbaşkanı Van der Bellen’in bu durumu “siyasi bir çıkmaz” olarak değerlendirerek hükümet kurma yetkisini hiçbir partiye vermemesine ilişkin kararını da yorumladı.
Van der Bellen’in başından itibaren Kickl’e hükümet kurma yetkisi vermek istemediğinin bir sır olmadığına işaret eden Campbell, anayasada her ne kadar açık bir şekilde belirtilmemiş olsa da ülke geleneklerine göre seçimi kazanan partiye hükümet kurma yetkisinin verildiğini, ancak bu sefer diğer partilerin aşırı sağcılarla hükümet kurmaya yaklaşmamasının süreci farklı bir yöne sürüklediğini vurguladı.
Cumhurbaşkanından stratejik hamle
Campbell, Cumhurbaşkanının parlamentoda çoğunluk kurabilecek 3 büyük partinin mevcut soruna çıkış yolu bulmaları için sorumluluk almalarını istediğini belirterek, “Bence Alexander Van der Bellen, çok zekice, siyaseten stratejik bir satranç hamlesinde bulundu. Öncelikli olarak kısmen bugüne kadar gelenek haline gelmiş bir yaklaşımı yıktı. Bu bir tür siyasi inovasyon olarak görülebilir. Ayrıca Alexander Van der Bellen, kendi geçmişine (geçmişte Kickl’e yönelik ifadelerine) zarar vermedi. ve Topu geriye gönderdi.” ifadesini kullandı.
Cumhurbaşkanının bu sıra dışı hamlesi sonrasında aşırı sağcıların “birinci parti olduğumuz halde bize hükümet kurma yetkisi verilmedi” propagandasıyla “mağduru oynayabileceklerine” ilişkin yorumların tarih bilgisinin eksikliğinden kaynaklandığına işaret eden Campbell, 1999 seçimlerinde Sosyal Demokrat Partinin (SPÖ) birinci olmasına rağmen merkez sağ ÖVP ve aşırı sağcı FPÖ’nün anlaşarak parlamentoda hükümet kurmak için gerekli çoğunluğa sahip olduklarını dönemin cumhurbaşkanına bildirdiklerini ve seçimin kazananı SPÖ’ye hükümet kurma yetkisi verilmeden iktidar olduklarını anımsattı.
“Kickl’in başbakan olabileceği bir seçeneği mümkün görmüyorum”
David Campbell, seçimin kazananı oldukları için hükümet kurma yetkisinin doğrudan kendilerine verilmesi gerektiğini savunan FPÖ’nün esasında bu geleneği ilk yıkan taraf olduğuna dikkati çekerek, “Olası koalisyon tahminlerine ilişkin mevcut durumda Kickl’in başbakan olacağı ya da olabileceği bir seçeneği mümkün görmüyorum. Bu bir tahmin, yanılabilirim, ama ihtimal dışı. ÖVP-FPÖ koalisyonu ancak Özgürlük Partisinin başbakanlık talebinden vazgeçmesiyle mümkün olabileceğini düşünüyorum.” sözlerini sarf etti.
Aşırı sağcıların muhalefette kalmak yerine iktidarın parçası olmak isteyeceklerini dile getiren Campbell, böyle bir durumun ancak Kickl’in başbakanlık koltuğundan feragat etmesiyle mümkün olabileceğini belirterek, “Özgürlük partisi şunu da diyebilir; ne Kickl ne de Nehammer başbakan olacak, bir tarafsız isim, uyumlu bir kişi olabilir. Ama FPÖ’nün bu yönde bir eğilime yöneleceğini tahmin etmek çok zor.” diye konuştu.
Campbell, aşırı sağcıların muhalefette kalıp kurulacak koalisyon hükümetinin başarısız olmasını bekleyerek, oylarını artırmayı hedefleyebileceklerini, ancak FPÖ’nün tek başına iktidar olabilecek oy oranına ulaşmasının pek ihtimal dahilinde olmadığını, ayrıca mevcut Cumhurbaşkanı Van der Bellen’in görevi sürdükçe aşırı sağcı Kickl’in başbakan olmasının da çok mümkün görünmediğini kaydetti.
Her ne kadar aşırı sağcıların içinde olacağı bir koalisyon hükümeti seçeneğinin ufukta görülmediğini aktaran Campbell, FPÖ’nün iktidar olması durumunda yaşanabilecek iç ve dış sıkıntıların yanı sıra özellikle Kickl’in şahsına yönelik ciddi kaygıların olduğunu dile getirdi.
David Campbell, aşırı sağcıların “Avusturya’yı (göçmenlerin olmadığı) bir kale” olarak tanımlaması ya da Kickl’in Avrupa Birliğine (AB) ne kadar sadık kalacağına ilişkin soru işaretleri, Kickl’in başbakan olduğu Avusturya’nın AB’den çıkma olasılığı gibi konuların dikkati çektiğini ifade etti.
“Bence Kickl, Meloni’ye göre çok daha fazla sağda yer alıyor”
“(Kickl’in başında olduğu) Avusturya dış politikada tehlikeye girebilir. Kickl’in başbakan olduğu bir Avusturya, Avrupa’da Viktor Orban’ın Macaristan’ı gibi belirli oranda tecrit edilebilir” görüşünü paylaşan Campbell, “Bence Kickl, (İtalya Başbakanı Giorgia) Meloni’ye göre çok daha fazla sağda yer alıyor.” dedi.
Campbell, aşırı sağın olmadığı koalisyon seçeneğinde ÖVP ve SPÖ’nün sayısal olarak hükümet kurabildiğini ancak bu seçeneğin güçlü bir iktidar olamayacağını, bir üçüncü partiye ihtiyaç duyulacağını anlattı.
Yeni Avusturya Partisinin (NEOS) seçimin ikinci kazananı olmasını ve Yeşiller Partisi ile ÖVP’nin yaşadığı sıkıntıları düşününce 3. parti olarak ibrelerin NEOS’a işaret ettiğini kaydeden Campbell, “Bence hem ÖVP hem de Sosyal Demokratlar, koalisyonun 3. küçük ortağı olarak Yeşiller yerine NEOS’u değerlendireceklerdir.” ifadesini kullandı.